Sıradan bir günde başıboş dolaşırken birden beyaz bir tavşanın bizi alışılmadık ve büyüleyici bir diyara götürdüğünü düşünelim biraz. Dışarıdan hiçbir şekilde içinde nasıl güzel bir dünya olduğunu hayal edemiyoruz. Tuzambarı tam da böyle bir yer işte.
Metrodan çıkıyorum ve Kasımpaşa’da yokuş aşağı yürüyorum. Yokuş dik, biraz yorulmuşum. Sonra buluyorum binayı ve evet burası diye düşünüyorum. Kapı açıldıktan sonra ise yeni bir dünyaya adım atıyorum. Bu taş yapının mimarisi ve atmosferi gerçekten etkileyici. Ajansa değil de tarihi bir müzeye giriş yapıyormuşsunuz hissi veriyor. 2 ayrı ama kardeş ajansın aynı çatı altında bulunduğu bu yerde ilk dikkatimi çeken iki şey, bir hayvansever olarak tabii ki köpek Safiye ve kedi Fatmagül. Safiye girişte gelene gidene bakıyor, beni içeri buyur ediyor. Kafasını okşayıp ilerliyorum. İçeriye geçiyorum. Arda Hoca’nın ve ajanstaki hitap şeklimizle devam etmem gerekirse Arda Abi’nin camekanlı odası ve alt kata uzunca bir stajyer masası gözüme çarpıyor. Evet o masada boylu boyunca tüm stajyerler oturuyor. Herkes çok yoğun fakat eğlenerek çalışıyor. Stajyer ve asıl çalışan arasında fark yok.
İş iştir, çalışan çalışandır! Burada gerçekten yeni bir dünyada yeni bir kimlik kazanmış gibi hissediyorum. Hem yoğun hem de rahat nefes aldıran çok dengeli bir çalışma disiplininin içinde buluyorum kendimi. Her şey güzel, bir tek sorun var o da şu: Fatmagül çok sinirli bir kedi, kendisini sevdirmiyor. Ellerim tırmık izleriyle doldu. Bu ajansın bir güzelliği de şu ki, hem konvansiyonel hem de dijital işler çıkartıldığı için, her türlü mecra hakkında içerik üreterek bilgi dağarcığımı genişletip tecrübe ediniyorum. Mesai arkadaşlarım da oldukça yardımsever ve şirin insanlar. Burada geçirdiğim vakitler dolu dolu ve keyifliydi.
Son bir not: Arda Hoca hoca gibi hoca, abi gibi abidir. Kendisini oldukça severiz. J